Deyimler ve Atasözleri
D
Dağ devirmek: Çok zor işleri başarmak.
Dağlara taşlara: Kötü bir durumdan söz edilirken
"hepimizden ırak olsun" anlamında söylenir.
Daha iyisi can sağlığı: "Bulunabileceklerin en iyisi
oldu", anlamında kullanılır.
Dalgaya getirmek: argo. Birinin dalgınlığından yararlanarak
onu kandırmak.
Dala çıka: Büyük güçlüklerle.
Dalıp gitmek: Bir düşünce veya hayal ile bulunduğu
ortamdan uzaklaşmak.
Dam üstünde saksağan vur beline kazmayı: Yersiz
ve saçma sözler karşısında söylenir.
Dam yandı, içindeki sıçan da yandı: "Bu, büyük
bir kayıp, ama eskiden yol açtığı rahatsızlık da sona erdi."
anlamında kullanılır.
Damdan çardağa atlamak: Hiçbir mantık bağı kurmadan
konudan konuya geçmek.
Damdan düşer gibi: Birden ve yersiz konuşmak.
Damarını bulmak: Hoşlanabileceği biçimde davranıp
uysallığını sağlamak.
Damarı kurusun: Birinin huysuzluğuna öfkelenildiğinde,
ilenme olarak söylenir.
Damarı tutmak: Kötü huyu, aksiliği depreşmek.
Damarına girmek: Birinin hoşlanacağı şeyler yaparak
kendisini ona sevdirmek.
Damarına işlemek: Kötü bir huyedinip vazgeçmek.
Damgasını vurmak: Kötü bir yargıya varmak.
Danalar gibi bağırmak: Çok kuvvetle haykırmak.
Dananın kuyruğu kopmak: Beklenen veya korkulan
sonuç gerçekleşmek.
Dar gelmek: Sıkıntı ve huzursuzluk vermek.
Dara düşmek: Para sıkıntısına düşmek.
Dara gelmek: Aceleye gelmek.
Darda bulunmak: Para sıkıntısı içinde bulunmak.
Darda kalmak: Paraca sıkıntı içine girmek.
Darısı başına: Bir başarı, bir mutluluk başkası için
istendiğinde söylenir.
Darmadağın etmek: Dağıtmak, karıştırmak.
Davete icabet etmek: Çağırılı olduğu yere gitmek.
Davul boynunda, tokmak elinde: Sorumluluğu
taşıyan biri olduğu halde, sözü geçen bir başkasıdır.
Davul çalmak: mec. Bir şeyi herkesin haber alabileceği
biçimde ortalığa yaymak.
Davul çalsan işitmez: I) Çok sağır. 2) Uykusu çok
ağır, derin uykuda.
Davulu biz çaldık, parsayı başkası topladı: Biz
çalıştık, uğraştık, başkası yararlandı.
Değirmen taşının altının altından diri çıkar: En
ağır şartlarda bütün güçlükleri yener.
Değme gitsin: Deme karışma gitsin.
Değme keyfine: Konuşulan veya yapılan işten çok
hoşlanıldığını anlatmak için kullanılır.
Deli dana(lar) gibi dönmek: Ne yapacağını bilemeyerek
şaşkınca davranmak.
Deli divane olmak: Mutlu olmak, bir kimseyi, bir
şeyi aşırı derecede sevmek.
Deli kızın çeyizi gibi: Bir arada sergilenen ve birbirine
yakışmayan eşya için söylenir.
Deli olmak: tkz. Çok sevmek.
Deli pösteki sayar gibi: Çok karışık, çok ayrıntılı,
sıkıcı bir işle uğraşma.
Deli saraylı: Acayip biçimde giyinenler, takıp
takıştıranlar için söylenir.
Delinin eline değnek vermek: Kötülük yapabilecek
bir kimsenin davranışlarını kolaylaştırmak.
Deliye dönmek: Çok sevinmek.
Deli divane olmak: Aşırı derecede sevmek.
Deliğe tıkamak: argo. Tutuklamak, hapsetmek.
Dediğine gelmek: Birinin düşüncesini önce kabul
etmezken sonradan doğru bulup kabul etmek.
Denizden geçip çayda boğulmak: Büyük güçlükleri
yenmişken önemsiz bir sebeple başarısızlığauğramak.
Dereyi görmeden paçalan sıvamak: Gerektiğinden
çok önce veya henüz ortada hiçbir şey yokken hazırlanmaya
kalkışmak.
Derisi kemiklerine yapışmak: Çok zayıflamak.
Derdini deşmek: Derdini hatırlatıp yeniden üzülmesine
yol açmak.
Dertsiz başını derde sokmak: Bir derdi yokken gereksiz
yere üzüntü veren bir işe girişmek.
Destursuz atmak: Kolay yalan söyleyebilmek.
Dev adımlarıyla ilerlemek: Çok çabuk ilerlemek,
üst üste başarılar göstermek.
Deve nalbanda bakar gibi: alay. Hiç görmediği,
bilmediği bir şeye bakar gibi.
Devede kulak: Bir bütüne göre ufak bir parça.
i Deveye hendek atlatmak: Yapılması çok zor, hemen
hemen imkansız olan işler için kullanılır.
Deveyi düze çıkarmak: Güçlükleri giderip işleri yoluna
koymak.
Deve kuşu gibi başını kuma sokmak: 1) Bir tehlike,
bir olay karşısında yararlı olmayacağı apaçık ortada
olan kaçamak bir yola sapmak. 2) Kendini aldatarak
başkalarını aldattığını sanmak.
Devekuşuluk etmek: Deve kuşu gibi başını kuma
sokup gerçeklerden uzak duracağını sanmak.
Dınltı çıkarmak: Çekişmeye yol açmak.
Dış kapının dış mandalı: hlk. Çok uzak akraba.
Dışa vurmak: Belli etmek.
Dışı kalaylı, içi alaylı: Dışı süslü, güzel görünüşlü,
ama içi berbat.
Dikiş tutturamamak: Bir işte, bir yerde herhangi
bir sebeple uzun süre kalamamak
Dil dökmek: Kandırmak, inandırmak veya yararlanmak
için tatlı sözler söylemek.
Dil çıkarmak: Alayetmek, eğlenmek.
Dili bir karış dışarı çıkmak: Koşmaktan, yürümekten
ve yamlmaktan çok susamak.
Dili boğazına akmak: Konuşamaz olmak, sesi soluğu
çıkmamak.
Dili damağına yapışmak: Susuzluktan ağzı kummak,
çok susamak.
Dili döndüğü kadar: Söyleyebildiği kadar.
Dili ensesinden çekilsin! Bıktıracak kadar çok konuşan
veya kötü sözler söyleyenler için kullanılır.
Dili papuç kadar: Saygısızca ve gönül kıncı
karşılıkta bulunan.
Dili uzamak: Haddini bilmeden konuşmak.
Dili varmak (veya varmamak): Bir sözü söylemeye
ü razı olmak (veya olmamak).
Dili yanmak: Üzüntü ve eziyet çekmek.
Dili yanmak: Bıkmak, nefret etmek.
Dilimin ucunda: Bir söz hatırlaiıacak gibi olup da
hatırlanamadığında söylenir.
Dilinde tüy bitmek: Tekrar tekrar söylemekten
usanmak, bıkmak.
Dilini eşek arısı soksun! Hoşa gitmeyen bir şey söyleyen
kimseye ilenç olarak kullanılır.
Dilini kedi mi yedi? Neden konuşmuyorsun?
Dilinin altında bir şeyolmak: Bir kimsenin sözlerinden,
açıkça söylemediği bir şeyler anlaşılmak.
Dilinin altındaki baklayı çıkarmak: Gizli tutulması
gereken bir şeyi söylemek.
Dilinin ucuna gelmek: Söyleyecek dumma gelmişken
vazgeçmek.
Dinden imandan çıkmak: Kendini kontrol edemeyecek
kadar çok öfkelenmek, çok sinirlenmek.
Dini imanı para: Tek düşüncesi para.
Dinine yandığını: argo. Öfke, kızgınlık gibi duyguları
belirtmek için kullanılan ilenme sözü.
Dibi kırmızı mumla mı çağırdım: "Üzerinde
önemle durarak çağırmadım", anlamında kullanılır.
Dibine dan ekmek: Tamamını tüketrnek.
Dibini bulmak: İçindekini tüketmek.
Dirsek çevirmek: Daha önce iş birliği yaptığı kişiyi
uzaklaştıracak davranışlarda bulunmak.
Diş bilernek: Kötülük yapmak için fırsat beklemek,
hıncını gösterir durum almak.
Diş geçirememek: Gücü yetmernek.
Diş göstermek: Güçlü olduğunu, saldırıya geçebileceğini
dummuyla belli etmek, tehdit etmek.
Dişe dokunmak: İşe yarar olmak, önemli olmak.
Dişe dokunur: İşe yarar, belirtilmeye değer.
Dişinden tırnağından artırmak: Yiyecek, giyecek
vb. ihtiyaçlarından keserek para biriktirmek.
Dişine göre: Gücünün yeteceği bir durumda.
Dişini sıkmak: Darlığa, sıkıntıya dayanmak.
Dişini tıçnağına takmak: Çok büyük güçlüklere,
sıkıntılara katlanmak, bütün gücünü kullanmak.
C
Cadı kazanı: Dedikodunun, fesadın çok olduğu yer.
Can alacak nokta: Bir şeyin en önemli yeri.
Can baş üstüne: İstenilen şeyin büyük bir memnunlukla
yapılacağını anlatmak için söylenir.
Can beslemek: ı) Kaygısızca yiyip içip rahatına
bakmak. 2) Başkasının yiyeceğini içeceğini sağlamak.
Can borcunu ödemek: Ölmek.
Can cana, baş başa: Herkesin kendi canının derdine
düştüğü tehlikeli bir durumu anlatır.
Can çekişmek: Ölmek üzere bulunmak.
Can dayanmamak: Bir şey karşısında insanın dayanıklılığı
elden gitmek. .
Can derdine düşmek: Ölüm korkusuna kapılmak.
Canı ağzıııa gelmek: Büyük bir tehlike karşısında
ölecekmiş gibi bir korkuya kapılmak.
Canımı sokakta bulmadım: Tehlikeye veya herhangi
bir sıkıntıya katlanmaya hiç niyetim yok.
Canına okumak: tkz. Berbat ve perişan etmek.
Canına tak demek: Dayanamaz duruma gelmek,
sabrı kalmamak.
Canına yandığım: argo. Sevgi, hayranlık ve öfke
gibi türlü duygular anlatır.
Canından geçmek: Ölmek için hazır olmak.
Canını bağışlamak: Öldürülmesi gerekirken birini
öldürmekten vazgeçrnek.
Canını cehenneme göndermek: argo. Öldürmek
Canını dar atmak: Bir tehlikeden güçlükle kurtularak
bir yere sığınmak.
Canını sıkmak: Keyfini bozmak, neşesini kaçırmak.
Canını sokakta bulmak: Sağlığı korumak gerektiğini
anlatan bir söz.
Canını vermek: I) Kendini feda etmek. 2) Hiçbir
şey esirgememek. 3) Bir şeye çok düşkün olmak.
Canını yakmak: ı) Acı verecek biçimde cezalandırmak.
2) Bir kimseyi, çok zarara sokmak.
Canının derdine düşmek: Canından başka bir şey
düşünmeyecek kadar sıkıntıda olmak.
Can ciğer kuzu sarması: İçli dışlı, candan.
Cascavlak kalmak: Bütün imkanları elinden alınmış
olarak ortada kalmak.
Cehenneme kadar yolu var: "Defolsun, istediği yere
kadar gitsin, korkum yok" anlamında sövme.
Cehennemin bucağl:Çok uzak yer.
Cebi delik (kimse): Para tutmayan, parasız.
Cebinden çıkarmak: Birinden üstün olmak.
Cebine indirmek: Hakkı olmayan parayı almak.
Cebini doldurmak: Karşılaştığı elverişli durumlardan
yararlanarak bol para kazanmak.
Cepten vermek: Kendi kesesinden, ödemek.
Ceddine lanet: "Soyunla sopunla birlikte Allah cezanızı
versin!" anlamında ilenme sözü.
Cevher yumurtlamak: tkz. Değerli sözler söylendiğini
sanarak saçmalayanlar için söylenir.
. Cevabı (dikmek) yapıştırmak: hlk. Karşısındakinin
beklemediği şekilde ters cevap vermek.
Ceviz kırmak: Yanlış tutum veya davranışta bulunmak,
hata yapmak.
Cezasını bulmak: Hak ettiği kötü sona uğramak.
Cezasını çekmek: Yaptığı bir kusur veya tedbirsizliğin
zararına uğramak.
Cılk etmek: Bozmak, çÜfütmek.
Ciğeri beş para etmemek: Değersiz olmak.
Ciğeri parçalanmak: Çok üzülmek.
Ciğeri yanmak: Çok acı ve sıkıntı çekmek, büyük
bir acıya uğramak.
Ciğerimin köşesi: Çok sevdiğim.
Cin cin bakmak: Kumazca bakmak.
Cin çalığı: Çarpık veya dış görünüşü çirkin olan insanlar
için kullanılır.
Cin çarpmışa dönmek: Neye uğradığını bi.lemeyecek
kadar kötü bir duruma düşmek.
Cin ifrit olmak: Son derece kızmak, öfkelenmek.
Cini tutmak: Çok sinirlenmek.
Cinler cirit oynamak: O yer ıssız olmak.
B
Babamın adı Hıdır, elimden gelen budur: Gücüm
iii '(ıl bu kadarını yapmaya yeter.
Bacası tütmek (aile için): Yaşaması sürüp gitmek.
Bağrına basmak: Kucaklamak.
Bağrını delmek: Çok dokunmak, içine işlernek.
B::ıklaoda nohut sofa: Küçük ev.
BHldayl ağzından çıkarmak: Sabrı tükenip o zamaii
i k ıdar söylemediği şeyleri söylemeye başlamak.
Bal alacak çiçeği bilmek: Çıkar sağlanabilecek yeri
il II~cyi bilmek veya bulmak.
Bal dök de yala: Bir yerin çok temiz olması.
Balta olmak (birine): argo. Direnerek bir şey iste-
IILI ık, vakitli vakitsiz tedirgin etmek, asılmak.
Baltayı taşa vurmak: mec. Farkında olmayarak bi-
ILLI lokunacak sözler söylemek, pot kırmak.
Barajı aşmak: mec. Herhangi bir sebeple konuşuliiiii~
lan şartı yerine getirip başarı sağlamak.
Bardağı taşırmak: Sabrını tüketrnek.
Bardaktan boşaltırcasına yağmak (yağmur): Çok
,Id lctli yağmak.
Babamın adı Hıdır, elimden gelen budur: Gücüm
iii '(ıl bu kadarını yapmaya yeter.
Bacası tütmek (aile için): Yaşaması sürüp gitmek.
Bağrına basmak: Kucaklamak.
Bağrını delmek: Çok dokunmak, içine işlernek.
B::ıklaoda nohut sofa: Küçük ev.
BHldayl ağzından çıkarmak: Sabrı tükenip o zamaii
i k ıdar söylemediği şeyleri söylemeye başlamak.
Bal alacak çiçeği bilmek: Çıkar sağlanabilecek yeri
il II~cyi bilmek veya bulmak.
Bal dök de yala: Bir yerin çok temiz olması.
Balta olmak (birine): argo. Direnerek bir şey iste-
IILI ık, vakitli vakitsiz tedirgin etmek, asılmak.
Baltayı taşa vurmak: mec. Farkında olmayarak bi-
ILLI lokunacak sözler söylemek, pot kırmak.
Barajı aşmak: mec. Herhangi bir sebeple konuşuliiiii~
lan şartı yerine getirip başarı sağlamak.
Bardağı taşırmak: Sabrını tüketrnek.
Bardaktan boşaltırcasına yağmak (yağmur): Çok
,Id lctli yağmak.
Barutla oynamak: Tehlikeli işlerle uğraşmak.
Basamak yapmak: mec. Bir durumu daha yükseğine
erişmek için araç olarak kullanmak.
Basireti bağlanmak: İyi düşünernernek.
Baskın çıkmak: Üstünlüğünü göstermek.
Basıp gitmek: Birden bire gitmek.
Bastığı yeri bilmemek: I) Çok sevinrnek. 2) Şaşkınlıktan
durumunu kontrol edememek.
Baston gibi: Dimdik duran veya yürüyen kişi.
Baş ağrısı olmak: Sıkıntı vermek, uğraştırmak.
Baş ağrıtmak: Tedirgin etmek, bıkkınlık vermek.
Baş alamamak: Çok uğraşılan bir konu yüzünden
vakit ve fırsat bulamamak.
Baş aşağı düşmek: Kişiliğinden kaybederek toplum
içindeki durumu sarsılmak.
Baş başa: Biriyle bir kenara çekilip konuşmak.
Baş döndürmek: Başarıdan, gururdan, sevinçten
çok mutlu duruma getirmek.
Baş edebilmek: Bir kimseyi yola getirmeye veya bir
şeyi yapmaya gücü yetmek.
Baş eğmek: Direnmeyip buyruk altına girmek.
Baş etmek: Gücü yetmek.
Baş göstermek: Belirmek, ortaya çıkmak.
Baş göz etmek: hlk. Evlendirmek.
Baş komak: Birşey uğruna ölümü göze almak.
Baş tutmak: Elebaşı olmak.
Baş üstünde tutmak: Çok iyi ağırlamak.
Baş vermek (Çıban): Olgunlaşmak.
Başa güreşrnek: mec. En üstün sonucu elde etmek
Iı, ıı IIIücadele vermek.
nnşı bağlanmak: 1) Biri evlendirilmek. 2) Birini
i ıııı\ıış olarak kazanmak, kendi yanında tutmak.
Başı bütün: Eşi hayatta olan karı veya koca.
Başı çatlamak: Başı çok ağrımak.
Başı için (birinin): "Çocuğunuzun başı için"; "anne-
IlIl,ill başı için", gibi sözlerle değerli bir kişi ortaya ko-
1\ ii LI i ullanılan ant veya yalvarma sözü.
Başı kalabalık: Yanında bir işi konuşamayacak ka-
IIII \~Oi kimse var.
Başı kazan gibi olmak: Başında çok ağrı ve uğultui\
i I,ii" sersemlik olmak.
Başı yastığa düşmek: Yorgunluktan veya güçsüz-
Iı Iİ 'II uykuya dalmak.
Başı yerde: Utançla, kırgınlıkla, üzüntüyle.
Başı yukarda: Onurlu, kibirli, kendini beğenmiş.
Başım gözüm üstüne: Belirtilen istekleri içtenlikle
ıpıııayı kabul etmeyi anlatır.
Başına balta kesilmek: Sürekli istemek, ısrar etii
il I,, inat etmek.
Başına bir biil gelmek: I) Kötü duruma uğramak. 2)
, lliim ihtimalini bildirmek için kullanılır.
Başma buyruk: Kimseden izin almaksızın dilediği
li i davranan.
Başına çıkarmak: Şımartmak, çok yüz vermek.
Başına çorap örmek: Birine, haberi olmadan kötü
ılııruma düşürücü davranışta bulunmak.
Başına dert etmek: Bir şeyi üzüntü konusu yapmak.
Başına devlet kuşu konmak: Beklemediği büyük
bir nimeti ele geçirmek.
Başına dikmek: Birini veya bir şeyi korumak için
bir kimseyi görevlendirmek.
Başına geçmek: 1) Görevi altında bulundurmak. 2)
Bir yönetimini ele almak. 3) Bir işi yapmaya başlamak.
Başına iş açmak: Uğraştıncı ve üzücü bir işin çıkmasına
yol açmak.
Başına taç etmek: Çok değer vermek.
Başına vur, ağzından lokmasını al: Uysal ve sessiz
kimseler için kullanılır.
Başında kavak yeli esmek: 1) Sorumluluk duygusundan
uzak, zevk eğlence peşinde koşmak. 2) Gerçekleşmeyeceğini
düşünerek vakit geçinnek.
Başında paralansın: Yapılan bir iyilik çok söylendiğinde
o iyiliğin aı1ık istenmediğini belirtir.
Başında torbası eksik: Eşek gibi bir adam.
Başından almak: Kurtulmak.
Başından büyük işlere girişrnek: Gücünün üstünde
olan işlere kalkışmak.
Başından korkmak: Hayatından kaygı duymak.
Başını alamamak: Bir şeyden kurtulamamak.
Başını alıp gitmek: İzin almadan ve gideceği yeri
bildirmeden gitmek, sıvışmak.
Başını bağlamak: Nişanlamak ya da evlendirmek.
Başını bir yere bağlamak: Birini bir işe yerleştirmek,
işsizlikten, başıboşluktan kurtarmak.
Başını dik tQtmak: Onurunu korumak.
Başını dinlemek: Sessiz, sakin kalmak.
Başını döndürmek: 1) Mutluluktan yarı sarhoş duruma
getirmek. 2) Kendine hayran bırakmak.
Başını gözünü yarmak: Bir işi kötü yapmak.
Başını kaldırmamak: 1) Bir işi aralıksız sürdürmek.
2) İyileşememek, yataktan çıkmamak.
Başını yemek: Yok olmasına sebep olmak.
Başının çaresine bakmak: Kimseden yardım görmeden
kendi işini kendi yapmak.
Başının derdine düşmek: Başka bir şeyle ilgilenmeyecek
kadar sıkıntılı durumda bulunmak.
Başının dikine gitmek: Kendi görüşünün en iyi olduğuna
inanarak kimsenin, uyarısını dinlemernek.
Başının etini yemek: Karşısındakini bezdirinceye,
bıktınncaya kadar sürekli konuşmak.
Başının gözünün sadakası: Başa gelecek bir belayı
ııavmak veya önlemek için yapılan bağış.
Başta gelmek: Üstün durumda olmak.
Başta taşımak: Çok saygı göstermek.
Baştan aşmak: Pek çok olmak, pek çoğalmak.
Baştan çıkarmak: Doğru yoldan saptırmak.
Baştan kara gitmek: Sonunu düşünmeyerek hesapsız
ve batarcasına yaşamak.
Başı boş bırakmak: mec. Hiçbir şart koşmadan,onu
i endi havasına bırakmak.
Battı balık yan gider: İşler kötü gittiğine göre artık
i~tenildiği gibi davranılabilir.