Deyimler ve Atasözleri

Sevgili okuyucular bloguma hoşgeldiniz

D

D
Dağ devirmek: Çok zor işleri başarmak.
Dağlara taşlara: Kötü bir durumdan söz edilirken
"hepimizden ırak olsun" anlamında söylenir.
Daha iyisi can sağlığı: "Bulunabileceklerin en iyisi
oldu", anlamında kullanılır.
Dalgaya getirmek: argo. Birinin dalgınlığından yararlanarak
onu kandırmak.
Dala çıka: Büyük güçlüklerle.
Dalıp gitmek: Bir düşünce veya hayal ile bulunduğu
ortamdan uzaklaşmak.
Dam üstünde saksağan vur beline kazmayı: Yersiz
ve saçma sözler karşısında söylenir.
Dam yandı, içindeki sıçan da yandı: "Bu, büyük
bir kayıp, ama eskiden yol açtığı rahatsızlık da sona erdi."
anlamında kullanılır.
Damdan çardağa atlamak: Hiçbir mantık bağı kurmadan
konudan konuya geçmek.
Damdan düşer gibi: Birden ve yersiz konuşmak.
Damarını bulmak: Hoşlanabileceği biçimde davranıp
uysallığını sağlamak.
Damarı kurusun: Birinin huysuzluğuna öfkelenildiğinde,
ilenme olarak söylenir.
Damarı tutmak: Kötü huyu, aksiliği depreşmek.
Damarına girmek: Birinin hoşlanacağı şeyler yaparak
kendisini ona sevdirmek.
Damarına işlemek: Kötü bir huyedinip vazgeçmek.
Damgasını vurmak: Kötü bir yargıya varmak.
Danalar gibi bağırmak: Çok kuvvetle haykırmak.
Dananın kuyruğu kopmak: Beklenen veya korkulan
sonuç gerçekleşmek.
Dar gelmek: Sıkıntı ve huzursuzluk vermek.
Dara düşmek: Para sıkıntısına düşmek.
Dara gelmek: Aceleye gelmek.
Darda bulunmak: Para sıkıntısı içinde bulunmak.
Darda kalmak: Paraca sıkıntı içine girmek.
Darısı başına: Bir başarı, bir mutluluk başkası için
istendiğinde söylenir.
Darmadağın etmek: Dağıtmak, karıştırmak.
Davete icabet etmek: Çağırılı olduğu yere gitmek.
Davul boynunda, tokmak elinde: Sorumluluğu
taşıyan biri olduğu halde, sözü geçen bir başkasıdır.
Davul çalmak: mec. Bir şeyi herkesin haber alabileceği
biçimde ortalığa yaymak.
Davul çalsan işitmez: I) Çok sağır. 2) Uykusu çok
ağır, derin uykuda.
Davulu biz çaldık, parsayı başkası topladı: Biz
çalıştık, uğraştık, başkası yararlandı.
Değirmen taşının altının altından diri çıkar: En
ağır şartlarda bütün güçlükleri yener.
Değme gitsin: Deme karışma gitsin.
Değme keyfine: Konuşulan veya yapılan işten çok
hoşlanıldığını anlatmak için kullanılır.
Deli dana(lar) gibi dönmek: Ne yapacağını bilemeyerek
şaşkınca davranmak.
Deli divane olmak: Mutlu olmak, bir kimseyi, bir
şeyi aşırı derecede sevmek.
Deli kızın çeyizi gibi: Bir arada sergilenen ve birbirine
yakışmayan eşya için söylenir.
Deli olmak: tkz. Çok sevmek.
Deli pösteki sayar gibi: Çok karışık, çok ayrıntılı,
sıkıcı bir işle uğraşma.
Deli saraylı: Acayip biçimde giyinenler, takıp
takıştıranlar için söylenir.
Delinin eline değnek vermek: Kötülük yapabilecek
bir kimsenin davranışlarını kolaylaştırmak.
Deliye dönmek: Çok sevinmek.
Deli divane olmak: Aşırı derecede sevmek.
Deliğe tıkamak: argo. Tutuklamak, hapsetmek.
Dediğine gelmek: Birinin düşüncesini önce kabul
etmezken sonradan doğru bulup kabul etmek.
Denizden geçip çayda boğulmak: Büyük güçlükleri
yenmişken önemsiz bir sebeple başarısızlığauğramak.
Dereyi görmeden paçalan sıvamak: Gerektiğinden
çok önce veya henüz ortada hiçbir şey yokken hazırlanmaya
kalkışmak.
Derisi kemiklerine yapışmak: Çok zayıflamak.
Derdini deşmek: Derdini hatırlatıp yeniden üzülmesine
yol açmak.
Dertsiz başını derde sokmak: Bir derdi yokken gereksiz
yere üzüntü veren bir işe girişmek.
Destursuz atmak: Kolay yalan söyleyebilmek.
Dev adımlarıyla ilerlemek: Çok çabuk ilerlemek,
üst üste başarılar göstermek.
Deve nalbanda bakar gibi: alay. Hiç görmediği,
bilmediği bir şeye bakar gibi.
Devede kulak: Bir bütüne göre ufak bir parça.
i Deveye hendek atlatmak: Yapılması çok zor, hemen
hemen imkansız olan işler için kullanılır.
Deveyi düze çıkarmak: Güçlükleri giderip işleri yoluna
koymak.
Deve kuşu gibi başını kuma sokmak: 1) Bir tehlike,
bir olay karşısında yararlı olmayacağı apaçık ortada
olan kaçamak bir yola sapmak. 2) Kendini aldatarak
başkalarını aldattığını sanmak.
Devekuşuluk etmek: Deve kuşu gibi başını kuma
sokup gerçeklerden uzak duracağını sanmak.
Dınltı çıkarmak: Çekişmeye yol açmak.
Dış kapının dış mandalı: hlk. Çok uzak akraba.
Dışa vurmak: Belli etmek.
Dışı kalaylı, içi alaylı: Dışı süslü, güzel görünüşlü,
ama içi berbat.
Dikiş tutturamamak: Bir işte, bir yerde herhangi
bir sebeple uzun süre kalamamak
Dil dökmek: Kandırmak, inandırmak veya yararlanmak
için tatlı sözler söylemek.
Dil çıkarmak: Alayetmek, eğlenmek.
Dili bir karış dışarı çıkmak: Koşmaktan, yürümekten
ve yamlmaktan çok susamak.
Dili boğazına akmak: Konuşamaz olmak, sesi soluğu
çıkmamak.
Dili damağına yapışmak: Susuzluktan ağzı kummak,
çok susamak.
Dili döndüğü kadar: Söyleyebildiği kadar.
Dili ensesinden çekilsin! Bıktıracak kadar çok konuşan
veya kötü sözler söyleyenler için kullanılır.
Dili papuç kadar: Saygısızca ve gönül kıncı
karşılıkta bulunan.
Dili uzamak: Haddini bilmeden konuşmak.
Dili varmak (veya varmamak): Bir sözü söylemeye
ü razı olmak (veya olmamak).
Dili yanmak: Üzüntü ve eziyet çekmek.
Dili yanmak: Bıkmak, nefret etmek.
Dilimin ucunda: Bir söz hatırlaiıacak gibi olup da
hatırlanamadığında söylenir.
Dilinde tüy bitmek: Tekrar tekrar söylemekten
usanmak, bıkmak.
Dilini eşek arısı soksun! Hoşa gitmeyen bir şey söyleyen
kimseye ilenç olarak kullanılır.
Dilini kedi mi yedi? Neden konuşmuyorsun?
Dilinin altında bir şeyolmak: Bir kimsenin sözlerinden,
açıkça söylemediği bir şeyler anlaşılmak.
Dilinin altındaki baklayı çıkarmak: Gizli tutulması
gereken bir şeyi söylemek.
Dilinin ucuna gelmek: Söyleyecek dumma gelmişken
vazgeçmek.
Dinden imandan çıkmak: Kendini kontrol edemeyecek
kadar çok öfkelenmek, çok sinirlenmek.
Dini imanı para: Tek düşüncesi para.
Dinine yandığını: argo. Öfke, kızgınlık gibi duyguları
belirtmek için kullanılan ilenme sözü.
Dibi kırmızı mumla mı çağırdım: "Üzerinde
önemle durarak çağırmadım", anlamında kullanılır.
Dibine dan ekmek: Tamamını tüketrnek.
Dibini bulmak: İçindekini tüketmek.
Dirsek çevirmek: Daha önce iş birliği yaptığı kişiyi
uzaklaştıracak davranışlarda bulunmak.
Diş bilernek: Kötülük yapmak için fırsat beklemek,
hıncını gösterir durum almak.
Diş geçirememek: Gücü yetmernek.
Diş göstermek: Güçlü olduğunu, saldırıya geçebileceğini
dummuyla belli etmek, tehdit etmek.
Dişe dokunmak: İşe yarar olmak, önemli olmak.
Dişe dokunur: İşe yarar, belirtilmeye değer.
Dişinden tırnağından artırmak: Yiyecek, giyecek
vb. ihtiyaçlarından keserek para biriktirmek.
Dişine göre: Gücünün yeteceği bir durumda.
Dişini sıkmak: Darlığa, sıkıntıya dayanmak.
Dişini tıçnağına takmak: Çok büyük güçlüklere,
sıkıntılara katlanmak, bütün gücünü kullanmak.

C

Cadı kazanı: Dedikodunun, fesadın çok olduğu yer.

Can alacak nokta: Bir şeyin en önemli yeri.

Can baş üstüne: İstenilen şeyin büyük bir memnunlukla

yapılacağını anlatmak için söylenir.

Can beslemek: ı) Kaygısızca yiyip içip rahatına

bakmak. 2) Başkasının yiyeceğini içeceğini sağlamak.

Can borcunu ödemek: Ölmek.

Can cana, baş başa: Herkesin kendi canının derdine

düştüğü tehlikeli bir durumu anlatır.

Can çekişmek: Ölmek üzere bulunmak.

Can dayanmamak: Bir şey karşısında insanın dayanıklılığı

elden gitmek. .

Can derdine düşmek: Ölüm korkusuna kapılmak.

Canı ağzıııa gelmek: Büyük bir tehlike karşısında

ölecekmiş gibi bir korkuya kapılmak.

Canımı sokakta bulmadım: Tehlikeye veya herhangi

bir sıkıntıya katlanmaya hiç niyetim yok.

Canına okumak: tkz. Berbat ve perişan etmek.

Canına tak demek: Dayanamaz duruma gelmek,

sabrı kalmamak.

Cana yandığım: argo. Sevgi, hayranlık ve öfke

gibi rlü duygular anlatır.

Canından geçmek: Ölmek için hazır olmak.

Canıbağışlamak: Öldürülmesi gerekirken birini

öldürmekten vazgeçrnek.

Canını cehenneme göndermek: argo. Öldürmek

Canını dar atmak: Bir tehlikeden güçlükle kurtularak

bir yere sığınmak.

Canını sıkmak: Keyfini bozmak, neşesini kaçırmak.

Canını sokakta bulmak: Sağlığı korumak gerektini

anlatan bir söz.

Canını vermek: I) Kendini feda etmek. 2) Hiçbir

şey esirgememek. 3) Bir şeye çok düşkün olmak.

Canını yakmak: ı) Acı verecek biçimde cezalandırmak.

2) Bir kimseyi, çok zarara sokmak.

Canının derdine düşmek: Canından başka bir şey

düşünmeyecek kadar sıkıntıda olmak.

Can ciğer kuzu sarması: İçli dış, candan.

Cascavlak kalmak: Bütün imkanları elinden alınmış

olarak ortada kalmak.

Cehenneme kadar yolu var: "Defolsun, istediği yere

kadar gitsin, korkum yok" anlamında sövme.

Cehennemin bucağl:Çok uzak yer.

Cebi delik (kimse): Para tutmayan, parasız.

Cebinden çıkarmak: Birinden üstün olmak.

Cebine indirmek: Hakkı olmayan parayı almak.

Cebini doldurmak: Karşılaştığı elverişli durumlardan

yararlanarak bol para kazanmak.

Cepten vermek: Kendi kesesinden, ödemek.

Ceddine lanet: "Soyunla sopunla birlikte Allah cezanı

versin!" anlamında ilenme sö.

Cevher yumurtlamak: tkz. Değerli sözler söylendiğini

sanarak saçmalayanlar için söylenir.

. Cevabı (dikmek) yapıştırmak: hlk. Karşısındakinin

beklemediği şekilde ters cevap vermek.

Ceviz kırmak: Yanlış tutum veya davranışta bulunmak,

hata yapmak.

Cezasını bulmak: Hak ettiği kösona uğramak.

Cezasını çekmek: Yapğı bir kusur veya tedbirsizliğin

zararına uğramak.

Cılk etmek: Bozmak, çÜfütmek.

Ciğeri beş para etmemek: Değersiz olmak.

Ciğeri parçalanmak: Çok ülmek.

Ciğeri yanmak: Çok acı ve sıkınçekmek, büyük

bir acıya uğramak.

Ciğerimin köşesi: Çok sevdiğim.

Cin cin bakmak: Kumazca bakmak.

Cin çalığı: Çark veya dış görünüşü çirkin olan insanlar

için kullanılır.

Cin çarpmışa dönmek: Neye uğrağını bi.lemeyecek

kadar kötü bir duruma düşmek.

Cin ifrit olmak: Son derece kızmak, öfkelenmek.

Cini tutmak: Çok sinirlenmek.

Cinler cirit oynamak: O yer ıssız olmak.

B

B

Babamın adı Hıdır, elimden gelen budur: Gücüm

iii '(ıl bu kadarını yapmaya yeter.

Bacası tütmek (aile için): Yaşaması sürüp gitmek.

Bağrına basmak: Kucaklamak.

Bağrını delmek: Çok dokunmak, içine işlernek.

B::ıklaoda nohut sofa: Küçük ev.

BHldayl ağzından çıkarmak: Sabrı tükenip o zamaii

i k ıdar söylemediği şeyleri söylemeye blamak.

Bal alacak çiçeği bilmek: Çıkar sağlanabilecek yeri

il II~cyi bilmek veya bulmak.

Bal dök de yala: Bir yerin çok temiz olması.

Balta olmak (birine): argo. Direnerek bir şey iste-

IILI ık, vakitli vakitsiz tedirgin etmek, asılmak.

Baltayı taşa vurmak: mec. Farkında olmayarak bi-

ILLI lokunacak sözler söylemek, pot kırmak.

Barajı aşmak: mec. Herhangi bir sebeple konuşuliiiii~

lan şartı yerine getirip başarı sağlamak.

Bardağı taşırmak: Sabrını tüketrnek.

Bardaktan boşaltırcasına yağmak (yağmur): Çok

,Id lctli yağmak.

Babamın adı Hıdır, elimden gelen budur: Gücüm

iii '(ıl bu kadarını yapmaya yeter.

Bacası tütmek (aile için): Yaşaması sürüp gitmek.

Bağrına basmak: Kucaklamak.

Bağrını delmek: Çok dokunmak, içine işlernek.

B::ıklaoda nohut sofa: Küçük ev.

BHldayl ağzından çıkarmak: Sabrı tükenip o zamaii

i k ıdar söylemediği şeyleri söylemeye blamak.

Bal alacak çiçeği bilmek: Çıkar sağlanabilecek yeri

il II~cyi bilmek veya bulmak.

Bal dök de yala: Bir yerin çok temiz olması.

Balta olmak (birine): argo. Direnerek bir şey iste-

IILI ık, vakitli vakitsiz tedirgin etmek, asılmak.

Baltayı taşa vurmak: mec. Farkında olmayarak bi-

ILLI lokunacak sözler söylemek, pot kırmak.

Barajı aşmak: mec. Herhangi bir sebeple konuşuliiiii~

lan şartı yerine getirip başarı sağlamak.

Bardağı taşırmak: Sabrını tüketrnek.

Bardaktan boşaltırcasına yağmak (yağmur): Çok

,Id lctli yağmak.

Barutla oynamak: Tehlikeli lerle uğraşmak.

Basamak yapmak: mec. Bir durumu daha yükseğine

erişmek için araç olarak kullanmak.

Basireti bağlanmak: İyi düşünernernek.

Baskın çıkmak: Üstünlüğünü göstermek.

Basıp gitmek: Birden bire gitmek.

Bastığı yeri bilmemek: I) Çok sevinrnek. 2) Şaşkınktan

durumunu kontrol edememek.

Baston gibi: Dimdik duran veya yürüyen kişi.

Baş ağrısı olmak: Sıkıntı vermek, uğraştırmak.

Baş ağrıtmak: Tedirgin etmek, bıkkınlık vermek.

Baş alamamak: Çok uğraşılan bir konu yüzünden

vakit ve fırsat bulamamak.

Baş aşağı düşmek: Kişilinden kaybederek toplum

içindeki durumu sarlmak.

Baş başa: Biriyle bir kenara çekilip konuşmak.

Baş döndürmek: Başarıdan, gururdan, sevinçten

çok mutlu duruma getirmek.

Baş edebilmek: Bir kimseyi yola getirmeye veya bir

şeyi yapmaya gücü yetmek.

Baş eğmek: Direnmeyip buyruk altına girmek.

Baş etmek: Gücü yetmek.

Baş göstermek: Belirmek, ortaya çıkmak.

Baş göz etmek: hlk. Evlendirmek.

Baş komak: Birşey uğruna ölümü göze almak.

Baş tutmak: Elebaşı olmak.

Baş üstünde tutmak: Çok iyi ağırlamak.

Baş vermek (Çıban): Olgunlaşmak.

Başa güreşrnek: mec. En üstün sonucu elde etmek

, ıı IIIücadele vermek.

nnşı bağlanmak: 1) Biri evlendirilmek. 2) Birini

i ıııı\ıış olarak kazanmak, kendi yanda tutmak.

Başı n: Eşi hayatta olan karı veya koca.

Başı çatlamak: Bı çok ağrımak.

Başı için (birinin): "Çocuğunuzun bı için"; "anne-

IlIl,ill başı için", gibi sözlerle değerli bir kişi ortaya ko-

1\ ii LI i ullalan ant veya yalvarma sö.

Başı kalabalık: Yanında bir işi konuşamayacak ka-

IIII \~Oi kimse var.

Başı kazan gibi olmak: Başında çok ağrı ve uğultui\

i I,ii" sersemlik olmak.

Başı yastığa düşmek: Yorgunluktan veya güçsüz-

Iı 'II uykuya dalmak.

Başı yerde: Utançla, kırgınkla, üzüntüyle.

Başı yukarda: Onurlu, kibirli, kendini beğenmiş.

Başım gözüm üstüne: Belirtilen istekleri içtenlikle

ıpıııayı kabul etmeyi anlatır.

Başına balta kesilmek: Sürekli istemek, ısrar etii

il I,, inat etmek.

Başına bir biil gelmek: I) Kötü duruma uğramak. 2)

, lliim ihtimalini bildirmek için kullanılır.

Başma buyruk: Kimseden izin almaksızın dilediği

li i davranan.

Başına çıkarmak: Şımartmak, çok yüz vermek.

Başına çorap örmek: Birine, haberi olmadan kö

ılııruma düşürücü davranışta bulunmak.

Başına dert etmek: Bir şeyi üzüntü konusu yapmak.

Başına devlet kuşu konmak: Beklemedi büyük

bir nimeti ele geçirmek.

Başına dikmek: Birini veya bir şeyi korumak için

bir kimseyi görevlendirmek.

Başına geçmek: 1) Görevi altında bulundurmak. 2)

Bir yönetimini ele almak. 3) Bir işi yapmaya başlamak.

Başına iş açmak: Uğraştıncı ve üzübir işin çıkmasına

yol açmak.

Başına taç etmek: Çok değer vermek.

Başına vur, ağzından lokmasını al: Uysal ve sessiz

kimseler için kullalır.

Başında kavak yeli esmek: 1) Sorumluluk duygusundan

uzak, zevk lence peşinde koşmak. 2) Geeklmeyeceğini

düşünerek vakit geçinnek.

Başında paralansın: Yapılan bir iyilik çok söylendiğinde

o iyiliğin aı1ık istenmediğini belirtir.

Başında torbası eksik: Eşek gibi bir adam.

Başından almak: Kurtulmak.

Başından büyük işlere girişrnek: Gücünün üsnde

olan işlere kalkışmak.

Başından korkmak: Hayatından kaygı duymak.

Başını alamamak: Bir şeyden kurtulamamak.

Başını alıp gitmek: İzin almadan ve gideceği yeri

bildirmeden gitmek, sıvışmak.

Başını bağlamak: Nişanlamak ya da evlendirmek.

Başını bir yere bağlamak: Birini bir işe yerleştirmek,

işsizlikten, bıbluktan kurtarmak.

Başını dik tQtmak: Onurunu korumak.

Başını dinlemek: Sessiz, sakin kalmak.

Başını döndürmek: 1) Mutluluktan yarı sarhoş duruma

getirmek. 2) Kendine hayran bırakmak.

Başını gözünü yarmak: Bir işi kötü yapmak.

Başını kaldırmamak: 1) Bir i araksız sürdürmek.

2) İyileşememek, yataktan çıkmamak.

Başını yemek: Yok olmasına sebep olmak.

Başının çaresine bakmak: Kimseden yardım görmeden

kendi işini kendi yapmak.

Başının derdine düşmek: Başka bir şeyle ilgilenmeyecek

kadar sıkıntılı durumda bulunmak.

Başının dikine gitmek: Kendi görüşünün en iyi olduğuna

inanarak kimsenin, uyarısını dinlemernek.

Başının etini yemek: Karşısındakini bezdirinceye,

bıktınncaya kadar sürekli konuşmak.

Başının gözünün sadakası: Başa gelecek bir belayı

ııavmak veya önlemek için yapılan bağış.

Başta gelmek: Üstün durumda olmak.

Başta taşımak: Çok saygı göstermek.

Baştan aşmak: Pek çok olmak, pek çoğalmak.

Baştan çıkarmak: Doğru yoldan saptırmak.

Baştan kara gitmek: Sonunu düşünmeyerek hesapsız

ve batarcasına yaşamak.

Başı boş bırakmak: mec. Hiçbir şart koşmadan,onu

i endi havasına bırakmak.

Battı balık yan gider: İşler kötü gittiğine göre artık

i~tenildiği gibi davranılabilir.